Bu makalede elektroensefalografi (EEG) ölçümüyle  ilgili kompütürize yöntemler ve normal bir popülasyonla psikiyatrik ve  nörolojik bozukluğu olan spesifik hastaların karşılaştırılmasıyla elde edilen  EEG özelliklerinin klinik kullanımı yer almaktadır. Makalede klinisyenleri  bilgilendirmek amacıyla, kantitatif EEG (qEEG) çalışmalarının güncel durumu  değerlendirilmiştir. Her ne kadar makalenin odaklandığı konu, qEEG’nin çocuk ve  ergenlerde görülen psikiyatrik bozukluklardaki kullanımını içerse de, giriş  kısmında erişkinlerdeki ilişkili psikiyatrik ve nörolojik bozukluklardan elde  edilen qEEG bulguları özet halinde sunulmuştur. Çocuk ve ergenleri kapsayan  qEEG çalışmaları, bir kaç istisna dışında, dikkat veya öğrenme sorunu yaşayan  kişilerle sınırlı tutulmuştur. Özet halinde verilen, erişkin psikiyatrik  popülasyonlarıyla ilgili pek çok qEEG çalışması, çocukluk bozukluklarıyla  ilgili bilgilerimizi etkileyebilecek açılımlar sağlamaktadır. Makalenin başlangıç  bölümlerinde ayrıca qEEG gelişimiyle ilgili bir tartışma, klinik kullanımına  dair tartışmalı konular ve önemli metodolojik meselelerin bir özeti yer  almaktadır.  
           
      qEEG’nin klinik kullanımları Amerikan Medikal Elektroensefalografi  Derneği’nin (American Medical Electroencephalographic Society) [1] bir  makalesinde (position paper) tanımlandı.  Bu kullanımlara, altta yatan beyin disfonksiyonuna bağlı olarak, organik bir  bozukluğun saptanması, ayırıcı tanı koymadaki roller ve epileptik kaynak  lokalizasyonu dahildir. Uygun ilaç seçiminin belirlenmesinde, tedavi cevabının  takibinde ve spesifik psikiyatrik bozuklukların altta yatan sebebinin betimlenmesinde  olası rollerini belirtiyoruz. Bu makalede qEEG’nin güncel durumu ve çarpıcı  meseleler üzerindeki etkisi ele alınmaktadır.      
      Psikiyatrik ve gelişimsel bozuklukların tekrarlanabilir  nörofizyolojik indekslerine ilişkin en büyük bulgu, qEEG çalışmaları tarafından  sağlanmıştır. Elektrofizyolojik değerlendirmede, klinik, hastane veya özel  ofislerde rahatlıkla bulunabilen nispeten basit ve ucuz ekipman kullanıldığı  için, en pratik ve en ekonomik nörogörüntüleme yöntemi olarak kabul  edilmektedir. Özel amaçlı qEEG analitik algoritmaları satın almak mümkündür. Mesleki  dernekler ve ekipman üreticileri tarafından, verilerin toplanma, analiz ve  yorumlanmasında medikal eğitim akreditasyonu olan eğitim atölyeleri  tertiplenmektedir. Ayrıca Amerikan Medikal EEG Derneği (American Medical EEG  Association) ve  Amerikan Klinik  Nörofizyoloji Kurulu (American Board of Clinical Neurophysiology) tarafından sertifika  sınavları yapılmaktadır.  
         
        Önemli teknik terimler şu  şekilde tanımlanmıştır: 
        Yaygın olarak kullanılan dört EEG  frekans bandları şunlardır (1) delta  (1.5–3.5 Hz), (2) teta (3.5 –7.5  Hz), (3) alfa (7.5–12.5 Hz), and (4) beta (12.5– 
        25 Hz). Toplam güç, 1.5’den 25 Hz’ye varan bir frekans aralığını temsil eder. 
        Mutlak güç: her frekans bandında ve her elektrot bölgesinde kaydedilen  EEG’nin total frekans spektrumundaki ortamala güç miktarıdır (mV2 ). 
         
        Rölatif güç: Her elektrot  bölgesinden gelen spektrumdaki her frekans bandının katkıda bulunduğu total güç  yüzdesidir. Bu özellikler, elektrik sinyalinin total gücünden bağımsız olarak,  frekans kompozisyonunu tanımlar. Örneğin, rölatif alfa gücü, her elektrot  bölgesinde total alfa gücünün total güce oranıdır. 
         
        Güç asimetrisi: İnterhemisferik: Her  frekans bandında iki hemisferin karşılık gelen (homolog) bölgeleri arasındaki ve  tüm frekans bandları boyunca total güce göre mutlak güç oranıdır. İntrahemisferik:  Her frekans bandında bir hemisfer içerisindeki bölgeler arasındaki ve total  güce göre mutlak güç oranıdır. Bu şekilde “hemisferler arasında/ veya  içerisinde gözlenen aktiviteler ne kadar benzerlik taşır”sorusuna gönderme  yapılır.  
         
        Koherans: İnterhemisferik: Tüm  frekans spektrumuna göre ve her frekans bandı için ayrı olarak, karşılık gelen  beyin bölgelerindeki elektriksel olayların senkronizasyon miktarıdır.  Intrahemisferik: Tüm frekans spektrumuna göre ve her frekans bandında hemisfer  içerisindeki bölgeler arasındaki elektriksel olayların senkronizasyon miktarıdır.  Bu şekilde “gözlenen aktivite ne kadar senkronizedir?” sorusuna gönderme  yapılır. 
         
        Ortalama frekans: Üstünde veya  altında aynı miktarda güç olan, tüm spektruma göre veya her bir band içindeki frekanstır. Bu şekilde "Güç konsantrasyonu her  frekans bandının—veya tüm frekans spektrumunun—neresinde?" sorusuna gönderme  yapılır.  
         
        Tarihsel perspektif: elektroensafalogramın  kökeni 
         
        Çeşitli EEG frekans bandlarının  kökenine dair yapılan bir araştırma, anatomik olarak kompleks düzenleyici  sistemlerin EEG güç spekrumun üretiminde rol oynadığını ortaya koymuştur. Beyin  sapı, talamik ve kortikal süreçler belli başlı tüm nörotransmitterleri  kullanarak bu düzenlemeye aracılık ederler [2–5]. Sağlıklı kişilerde normal  olarak üretilen beyin süreçlerinin kordinasyonu göz önüne alındığında, EEG güç  spektrumunun insanlar için uygun olduğu ileri sürülebilir. Bu olgular, EEG  frekans ölçümlerinin, psikiyatrik bozukluklarda anormal olduğuna inanılan beyin  disfonksiyonlarına karşı duyarlı olabildiğini düşündürür. İnsan EEG’sindeki  normal varyasyonla ilgili çeşitli ikiz ve aile çalışmaları yapılmıştır. Yakın zamandaki  bir değerlendirmede, EEG parametrelerinin çoğunun büyük ölçüde genetik olarak  belirlendiği sonucuna varılmıştır [6]. Genetik belirlemenin etki büyüklüğü,  dört EEG frekans bandı için %76 ile % 89 arasındadır [7]. Ayrıca teta, alfa ve  beta koheransındaki varyansın yaklaşık % 60’ı genetik faktörler yoluyla  açıklanmıştır. Çevresel faktörler, koheranstaki varyasyon üzerinde etkili  değildir [8]. Başlangıç qEEG çalışmaları, doğumdan erişkinlik çağına kadar  delta, teta, alfa ve beta frekans bandlarının ortalama gücünde sistematik  değişiklikler olduğunu ortaya koymuştur [9]. Tekrar çalışmaları, yaşla birlikte  meydana gelen bu sistematik değişiklikleri doğrulamakla kalmamış, normal işleve  sahip İsveçli çocuklar ile beyaz veya siyah A.B.D.’li çocukların EEG’leri  arasında anlamlı bir fark olmadığını da ortaya koymuştur [10]. qEEG  bulgularının tekrarı ve kültürel bağımsızlığı, çalışmaların Barbados, Çin,  Küba, Almanya, Hollanda, Japonya, Kore, Meksika, Hollanda, İsveç, A.B.D. ve  Venezuella’yı kapsayacak şekilde geniş tutulmasına imkan vermiştir [11–24]. 
         
        Normatif qEEG tanımlayıcılarının kültürel  ve etnik faktörlerinden bağımsız oluşu, yaş, köken veya arka plana  bakılmaksızın kişilerdeki beyin bütünlüğünün objektif olarak değerlendirilmesine  imkan verir. Pozitif bulgu insidansının, sağlıklı, normal işlevi olan  kişilerdeki normatif veri tabanından farklı, test-yeniden test güvenilirliğine  sahip, olasılık seviyeleri içerisinde olduğu defalarca ortaya konmuştur. Normatif  veriler, standardize, uluslararası 10/20 sisteminde her elektrot pozisyonu için  1-95 yaş aralığını kapsayacak ve mutlak güç, rölatif güç, ortalama frekans,  koherans ve simetri ölçümlerini içerecek şekilde genişletilmiştir [25–27]. 
         
        Tartışmalı Konular  
         
        A.B.D. psikiyatrisinde qEEG’nin sınırlı  kabul görmesi, büyük ölçüde iki temel faktöre bağlanabilir. İlki, psikiyatri  hastalarında qEEG çalışmalarının sonuçlarını bildiren makalelerin çoğu,  psikiyatristler tarafından geniş çapta okunan dergilerde değil de, özel  elektrofizyoloji veya beyin araştırma yayınlarında yer almıştır. Psikiyatri  hastalarının qEEG anomali kayıtları, nonspesifik olarak değerlendirilmiş ve  psikiyatri asistanlarının veya tıp öğrencilerinin müfredat programına dahil  edilmemiştir. İkinci olarak, 1989’dan beri, psikiyatride qEEG kullanımı  hakkında mesleki dergilerde [28] Amerikan  EEG Derneği, Amerikan Nöroloji Akademisi ve Amerikan Psikiyatri Birliği gibi  mesleki örgütler tarafından şüpheci iddialara yer verilmiştir. Bu iddialar,  yayınlanmış qEEG bulgularının ümit verici olduğu, buna karşın klinik kullanımı  belirlenmeden önce ileri araştırma gerektirdiği yönündeydi. Bu olumsuz  sonuçlar, Amerikan Nöroloji Akademisi, Amerikan Klinik Nörofizyoloji Derneği ve  bir uzman panelinin alt komiteleri tarafından sunulan bir raporda yinelenmiştir  [29].  
         
        Bununla birlikte, bu komiteler  tarafından değerlendirilmemiş, çok sayıda iyi çalışmadan ve yakın zamanlarda tamamlanmış çeşitli çalışmalardan  elde edilen bulgular, çocuk psikiyatrisinin çeşitli alanlarında qEEG’nin  geçerliliği ve klinik kullanımı hakkında önemli ilave destek sağlamaktadır. Amerikan  Medikal EEG Birliği (American Medical EEG Association) yakın zamanda psikiyatri  pratiğinde qEEG’nin klinik değeri hakkında olumlu bir açıklama yayınlamıştır  [1]. Ayrıca Amerikan Psikiyatrik Elektrofizyoloji Birliği (American Psychiatric  Electrophysiological Association), çeşitli psikiyatrik hastalıkların  tedavisinde güncel qEEG kullanımını değerlendirmek üzere bir komite tayin  etmiştir. Son yirmi yıl içerisinde yayınlanmış, psikiyatri hastalarında yapılmış  500’ün üzerinde qEEG ve konvansiyonel EEG çalışmasının kapsamlı olarak  değerlendirilmesi sonrası, Amerikan Psikiyatrik Elektrofizyoloji Birliği’nin  (American Psychiatric Electrophysiological Association) Yönetim Kurulu tarafından  Mayıs 1996 tarihinde bu olumlu rapor benimsenmiştir.  
         
        Son zamanlarda yapılan bir çalışmada,  qEEG bulgularının özgüllüğü sorgulanmıştır. Çalışmada, 100 kişilik normal  kontrol grubunun EEG’leri ile 67 kontrol ve 22 farklı psikiyatrik veya  nörolojik tanısı olan 340 hastadan oluşan, bağımsız bir örneklemden alınan  EEG’ler karşılaştırıldı [30]. Yazarlar, delta ve tetadaki mutlak ve rölatif  güçteki azalmaların, kortikal atrofiyle ilişkili beyin disfonksiyonunun  spesifik belirtileri olduğu, buna karşın herhangi bir spesifik bozukluk için patognomik  olan, spesifik bir qEEG paterni saptanamayacağı sonucuna vardılar. Her ne kadar  bu ilginç bir çalışma olsa da, ulaşılan bu sonucu geçersiz kılan ciddi bir hata söz konusuydu. Herhangi bir spesifik bozukluk için grup büyüklüğü oldukça  sınırlıydı. En büyük grup 57 hastadan oluştu ve dokuz gruptaki hasta sayısı  10’un altındaydı. Açıkçası bu sayılar spesifik bulgu edinimi için çok küçüktü. İşin  ilginç tarafı, normal kontrollerin % 11.9’unda anormal qEEG bulguları  kaydedildi. Bu durum normal veri tabanındaki kişilerin sayıca yetersiz olduğunu  düşündürdü. Ayrıca, derginin aynı sayısında bu bulguları destekleyen bir  editoryal (editör yazısı) yer aldı [31]. Bu editoryalde qEEG araştırmasına dair  yinelenen potansiyel problemlerle ilgili genel ifadelere yer verildi. Bu  problemler, EEG filtre ayarları, artifaktların dahil edilmesi veya dışlanması,  uykululuk, yaş etkileri ve ilaç etkilerinden oluştu . Ayrıca üzerinde çalışılan  hasta popülasyonlarının büyüklüğü ile karşılaştırıldığında, qEEG değişkenlerinin  çokluğundan kaynaklanan istatistiksel problemler mevcuttu. Söz konusu editoryal, tuhaf bir şekilde çalışmanın küçük örneklem  büyüklüğü gibi majör bir problemden mustarip oluşundan övgüyle bahsetmekteydi Bu  eleştirilerin her birini makalemizin metodolojik kısmında ele aldık. qEEG’nin  kayıt toplama ve analizi için uygun bir yöntem seçildiği ve normal bir veri tabanı  kullanıldığı takdirde, biz bu tarz eleştirilerin etkin bir biçimde bertaraf  edileceğini savunuyoruz. Mevcut makalede qEEG araştırma bulgularının güncel  durumu, yukarıda tanımlanan eleştiriler bağlamında yeniden  değerlendirilmektedir.  
         
        Bu makalenin hedefi, bilimsel veriler  temelinde qEEG’nin çocuk ve ergen psikiyatrisindeki klinik değerini gün ışığına  çıkaracak, bugüne kadar yayınlanmış ilgili araştırmaların tümüne dair güncellenmiş  ve kapsamlı bir değerlendirme sunmaktır. 
         
        Kantitatif elektroensefalografi ile  ilgili metodolojik meseleler 
         
        Nörometrik qEEG metodolojisinin gelişim,  tekrarlanma, geçerlilik ve hassasiyetine dair şunlar söylenebilir: Nörometrik  qEEG normatif veri tabanı yayınlanmıştır ve bu tekniğin kullanımı ile ilgili  bulgular geniş çapta tekrarlanmıştır. Neurometrics, normatif veri yayınlamış  yegane qEEG teknolojisidir ve A.B.D. Gıda ve İlaç Dairesi tarafından  onaylanmıştır. Detayların tümü bir başka yerde yayınlanmıştır [11,25,26,32].  Nörometrik analitik yöntem, qEEG’ye dayalı beyin fonksiyonunun objektif  değerlendirmesine imkan sağlar. Bu yöntemin ilk baştaki gelişimi,  Research Applied to National Needs Program of  the National Science Foundation ve Bureau of Educational Handicapped of the US  Office of 
        Education’dan sağlanan burslarla desteklenmiştir. qEEG’ye dair önceden  tanımlanmış eleştirileri bertaraf etmek için, aşağıdaki önemli metodolojik  meselelerin anlaşılması gerekmektedir. 
      Normatif veri  tabanı 
         
        Nörometrik normatif veri tabanı,  mültidisipliner muayeneler yoluyla fonksiyonunun normal olduğu onaylanmış,  yaşları 6 ile 90 arasında değişen, 650 kişiden alınan EEG kayıt ve özelliklerini  içerir [25]. Her yaşta güvenilirlik için gerekli olan denek sayısı istatistiksel  olarak belirlenmiş ve tutarlı split half  replikasyonlar elde edilene kadar  arttırılmıştır. Farklı yaşlar farklı N’ler gerektirdiği için, dinamik bir  örneklem talebi söz konusuydu. Örneğin, beyindeki matürasyon değişikliklerinin  hızlı olduğu 6 ile 13 yaşlar arasında, N’ler daha büyükken, frontal beyin bölgelerinin  erişkin seviyelerine yaklaştığı, adolesan çağının ileri yaşlarında da durum  böyleydi [33]. 
         
        EEG’nin (qEEG) spektral analizi yoluyla artifakttan  arındırılmış verilerden kantitatif özellikler elde edildi. Normal (Gaussian)  dağılımlar elde etmek için log transforme edildi. Yaş regresyonu yapıldı. Bu  özellikler, qEEG veri tabanındaki her özelliğin dağılımına nispeten  istatistiksel olarak değerlendirildi[27,34]. Sadece artifakttan arındırılmış  EEG’nin dahil edilmesi ve uykululuk gibi hasta durumdaki değişikliklere karşı  önlem alma konusunda büyük özen gösterildi. Tüm özellikler Z skorlarına  transforme edildi ve normatif değerlerden standart sapmalar şeklinde ifade  edildi. Bu durum, bir kişiden elde edilen ölçümlerin, istatistiksel olarak  normal yaş limitlerinin dışında yer alma ihtimalinin objektif olarak  değerlendirilmesine izin verir. Analiz için artifakttan arındırılmış EEG  segment seçiminin önemi ve log transformasyon kullanımı vurgulanmalıdır. Bu  prosedürler takip edilmediği takdirde, önceden yöneltilmiş olan eleştiriler  geçerli kılınmış olur. Örneğin, qEEG normal kontrol grupları, çok defa yaşları  bir ya da birkaç on yılı kapsayan kişilerden elde edilen, referans veri  örneklemine dayandırılır. Nörometride, yaş-regresyon tekniklerinin kullanımı,  denekle tamamen aynı yaştaki kişilerden beklenen aralık tahminini sonuç verir. Z  skorunun, öngörülen normatif değer ile kişiden elde edilen değer arasındaki  farka göre hesaplanması, bu tarz bir değerin sağlıklı bir emsalden şans eseri  elde edilebilme ihtimalini ortaya koyar. İleri istatistiksel analizler için  özellik seçiminde sadece anlamlı Z değerlerinin kullanımı, veri azaltımında ilk  etkin adım olarak kabul edilebilir. Nörometrik qEEG’nin test-yeniden test  güvenilirliği, büyük bir örneklemde yoğun, kısa ve uzun süreli takip çalışmaları  yoluyla teyid edilmiştir [35]. Her ne kadar normatif veri tabanları hakkındaki  endişe geçerli olsa da, önceden tanımlanmış, yaygın bağımsız replikasyonlar  nörometrik normatif veri tabanının kullanımı hakkında güven verir. Cinsiyet  yoluyla özellik dağılımlarının istatistiksel değerlendirmesi, popülasyonlar  arası varyansla karşılaştırıldığında (örn, normale karşı anormal) normal  popülasyon içerisinde küçük bir farklılık oluşturmuştur. Kombine cinsiyet  normları içeren, nörometrik qEEG’nin daha konservatif bir yaklaşım olduğu  düşünülmektedir.  
       
        qEEG anomalilerinin kendine özgü  paternleri, farklı psikiyatrik bozukluklarda tanımlanmıştır (örn, depresyon,  şizofreni, demans ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu [DEHB]) Bu durum,  bozuklukların normal paternden ve yeri geldiğinde birbirinden ayırt edilebilmesine  imkan verir [36]. Bağımsız laboratuvarlardan toplanan, hakemli makalelerde  yayınlanmış çok sayıda veri,   nörometrinin çeşitli klinik popülasyonlardaki hassasiyetini bildirmiştir.  Bunlar arasında kafa travması [37], inme ve geçici iskemik atak [13,38],  şizofreni [39], depresyon [40], marihuana suistimali [41] ve ADHD [42,43] yer  alır.   
         
        Kantitatif elektroensefalografik  özelliklerin azaltılmasının önemi 
         
        qEEG çalışmalarına yönelik eleştiriler çok  defa, uygun önlemler alınmadığı takdirde yanıltıcı sonuçlar doğurabilen,  çalışmadaki qEEG özelliklerinin fazlalığı üzerinde durur. İstatistik  öncülüğünde veri azaltımı önem taşır. İlgili, bağımlı değişkenlerle anlamlı  olarak ilişkili değişkenleri tanımlama kullanılan varyans analizi (ANOVA’lar)  ve t-testlerden özellik seçimi gibi konvansiyonel veri azaltım yöntemleri kullanılmalıdır  [44,45]. Değişkenler, qEEG ile bağımlı değişkenler arasındaki düzeltilmiş  mültipl korelasyon katsayılarını maksimize edecek şekilde seçilmelidir. Uygulanan  mültipl testlere yönelik (örn, Bonferroni, Tukey veya Greenhouse-Geisser) uygun  düzeltmeler yapılarak, bağımsız olarak düşünülen her özellik serisi ile  birlikte rezidüel kareler toplamı minimize edilmelidir. Buna paralel olarak,  spesifik hipotezlere daha iyi atıf yapmak amacıyla değişken serisinin çok  boyutluluğunu azaltmak için faktör ve diskriminant analiz kullanılabilir.  Seçilmiş qEEG özellikleri, kademeli prosedürler ve split-half veya jackknifed replikasyonlar  kullanılarak daha da azaltılabilir. 10:1 denek-değişken oranlarıyla ilgili  konservatif kural her zaman korunmalıdır. Bu yöntemler, üzerinde çalışılan  modeldeki maksimum varyanstan bağımsız olarak sorumlu olan değişkenlerin  saptanmasına yardımcı olur. Bu şekilde, aldatıcı bulgu ihtimali minimize  edilebilir ve qEEG bulgularının hassasiyeti ve özgüllüğü arttırılabilir. 
         
        Kantitatif  elektroensefalografik kaynak lokalizasyonu 
         
        EEG frekans komponentlerinin  nöroanatomik jeneratörleri hakkında bilgi edinmek, EEG nörofizyolojisi ve  psikiyatrik hastalıkların nöropatolojisiyle ilgili modellerinin  oluşturulmasında önemli açılımlar sağlar. Bu literatür derlemeleriyle ilgili, Hughes  ve John [46] ve Alper ve arkadaşlarına bakınız [47]. Halihazırda mevcut olan,  esas qEEG kaynak lokalizasyonlar yöntemi, değişken çözünürlüklü elektromanyetik  tomografidir (VARETA) [48].  Yer kaplayan lezyonları olan hastalardaki  radyolojik çalışmalarda, geniş band spektral parametrelerin VARETA harita  korelasyonlarında görüldüğü üzere; EEG delta gücü lezyon hacmiyle ve EEG teta  gücü bu tarz lezyonları çevreleyen ödem hacmiyle ilişkilidir [49–52]. Yakın zamandaki  bir araştırmada, yer kaplayan çeşitli lezyonları olan bir grup hastada  VARETA’nın kesinliği ileri teste tabi tutulmuştur. Delta ve teta frekans  alanlarındaki VARETA solüsyonlarının Z uygunluğu, beyin ödem hacmi ve kitle  merkezi açısından değerlendirilmiştir [53]. Yazarlar, VARETA’nın beyin  lezyonlarının kesin lokasyonuna ulaştığı sonucuna varmıştır. Pascual-Marqui  [54], LORETA analizlerini kullanarak (matematik açıdan VARETA’ya benzer, bir  kaynak lokalizasyon algoritması), düşük kaynak hatalarını ve potansiyel  verilerin primer duysal kortekste doğru lokalizasyonunu ispatlayarak bu tarz  yöntemlerin ileri geçerliliğini test etmiştir. LORETA kullanılan yakın  zamandaki bir çalışmada, Saletu ve arkadaşları [55] değişik temsili ilaçların farklı  beyin bölgelerinde çeşitli değişiklikler indüklediğini saptamışlardır. Yapılan  yorumlarda, psikotropik ilaçların etki şeklinin incelenmesinde bu tarz  yöntemlerin işe yaradığı sonucuna varılmıştır. 
        Normal kişilerle spesifik ilaç-serbest hasta grupları arasındaki farklıkların, kişisel  ilaçlar yoluyla indüklenen, gözlenen değişikliklere zıt olduğu saptanmıştır.  Makelenin sonraki kısmında, çocuk ve ergenlerdeki dikkat eksikliği bozukluğu  (DEB) ile ilgili nöroanatomik bir model geliştirilmesinde, VARETA’nın nasıl  kullanılabileceğini ispatladık.  
         
        Erişkinlerdeki psikiyatrik  bozukluklarda ilişkili kantitatif elektroensefalografik çalışmalar  
         
        Demanslar 
         
        Demans hastalarında qEEG’nin  kullanıldığı çalışmalar, konvansiyonel EEG bulgularıyla uyumludur. Bu  çalışmalarda artmış delta veya teta gücü [56–70], azalmış ortalama frekans  [68,71–73], azalmış beta gücü [74,75] ve azalmış oksipital baskın frekans  bildirilir [60,65]. Pek çok çalışmada, alfa gücünün azalmasından önceki artmış  yavaş aktivite, Alzheimer hastalığında ortaya çıkan en erken elektrofizyolojik  gösterge olarak değerlendirilir [57,65,69,70,76,77]. Teta aktivite miktarı,  kognitif bozulma [70,78,79] ile longitudinal takipteki klinik sonlanım  [66,69,70,76,80] arasındaki en iyi korelasyonu gösterir. Artmış deltanın,  artmış teta sonrası [67,70,80,81], şiddetli ileri demansla bağıntılı olduğu  görülmektedir. Mültipl çalışmalarda, yavaş qEEG aktivite ölçümleri kullanılarak,  Alzheimer hastalarının, deprese hastalardan ve normal kontrollerden kesin  olarak ayırt edilebildiği bildirilmiştir [26,56,71,82]. Demans hastalarının  çeşitli qEEG çalışmalarında, kognitif bozukluk şiddeti ile EEG yavaşlama  miktarı arasında yüksek korelasyonlar olduğu bildirilmiştir. Bu özellikler  depresyonda olmayıp, mülti-enfarkt demansta lokalizedir. Bu durum söz konusu  bozuklukların Alzheimer demansından ayırt edilmesine imkan sağlar. 
      Alkol ve madde  suistimali  
         
        Son zamanlarda madde suistimali ile  ilgili çeşitli çalışmalarda qEEG kullanılmıştır. Alkol bağımlılığında artmış  beta rölatif gücüne dair tekrarlanmış raporlar söz konusudur [26,83– 
        86]. Esrar kesildiğinde veya akut maruziyet sonrası, özellikle ön bölgelerde artmış  alfa gücü bildirilmiştir [41,87]. Crack kokain kullananlarda kesilmede, artmış  alfa ve azalmış delta ve teta bildirilmiştir [88–92]. Alkol ve madde suistimalinde  qEEG kullanımı, belirgin anomalileri açığa çıkarır. Etkiler, alınan  uyuşturucuya bağlı olarak değişiklik gösterir. Düşük alfa ve beta ile birlikte  artmış yavaş aktivite veya tersi kaydedilmiştir. Bu durum, üzerinde çalışılan maddelerin  çeşitliliğini ve odaklanılan durum veya anatomik bölgelerdeki farklılıkları  yansıtır. Alkolizmde artmış beta rölatif gücü ve kronik esrar veya crack kokain  kullananlarda artmış alfa rölatif gücü olduğu hakkında bir uzlaşı söz  konusudur. Laboratuvarımızdaki çalışmalarda [93], kronik kokain bağımlısı  kişilerden oluşan popülasyon, ergenlik çağında kullanımın sonuçlarını  araştırmak için ilk kullanım yaşı açısından (yaş b20 veya _20 yıl) ( genç  başlangıçlı, n=52; erişkin başlangıçlı, n=48) gruplandırıldı. Ergenlik  döneminde kullanmaya başlayanların qEEG’leri anlamlı olarak daha fazla teta  fazlalığı içerdi. Bu durum, beyin fonksiyonu üzerinde bu tarz etkilere artmış  yatkınlığı düşündürdü. Ayrıca teta fazlalığı, en hızlı nükseden kokain  kullanıcı grubunu karakterize etti [94]. Ergenlik döneminde kullanmaya  başlayan, grubun önemli bir kısmında (Pb0.04) halihazırda DEHB bulgusu veya  öyküsü saptandı. Ergenlik çağında başlayan, kokain bağımlısı deneklerle erişkin  başlangıçlı denekler arasında açık farklılıklar olduğu bildirilmiştir.  
         
        Şizofreni  
         
        Dikkatli değerlendirmeye tabi tutulan,  şizofren hasta gruplarıyla ilgili, çeşitli qEEG çalışmaları yapıldı. Değişmiş  ortamala alfa frekansı veya azalmış alfa cevaplılığı ile birlikte[101–103],  sürekli olarak alfa gücünde bir defisit olduğu bildirilmektedir [26,95–100].  Çeşitli çalışmalarda şizofrenide artmış beta aktivitesi bildirilmiştir  [98,104–107]. Nöroleptik ilaç tipik olarak alfa gücünü [107–109] arttırır ve  beta gücünü [110,111] düşürür. Bu durum ilaç yoluyla sapkın özelliklerin  normalize olabildiğini düşündürür. Ayrıca çok sayıda çalışmada artmış delta  veya teta aktivitesi bildirilmiştir [95,98,99,106,112–119]. Görünüşe göre uzun  süreli nöroleptik tedavisi, artmış yavaş aktiviteye yol açabilir [120,121]. Bununla  birlikte birkaç hafta ilaçtan uzak kalan hastalarda delta artışına dair  [86,95,98] ve ilaca yeniden başladıktan sonra delta ve tetada azalmaya dair raporlar  söz konusudur [108,118,122]. Şizofren hastalar, sol ön temporal bölgedeki  artmış delta aktivite miktarı ile kontrollerden ayırt edilebilir [123]. 
         
        Şizofrenideki heterojenlik, ilaç  kullanan, kullanmayan ve hiç kullanmamış şizofrenlerden oluşan büyük bir  örneklemde, qEEG değişkenlerine dayalı küme analizi kullanılarak  belgelendirilmiştir. (1) Delta artı teta fazlalığı, (2) azalmış alfa ve beta  ile birlikte teta fazlalığı, (3) beta defisiti ile birlikte teta artı alfa  fazlalığı, (4) delta, teta ve betadaki azalmalarla birlikte alfa fazlalığı ve  (5) beta fazlalığı ile karakterize, qEEG profilinin beş alt tipi tanımlanmıştır  [124]. Hiç ilaç kullanmamış hastalar bu alt tiplerin üçüne gruplandırıldı.  
        qEEG profilleri bu küme analizi yoluyla belirlenmiş grupların bazısına karşılık  gelen, şizofren hastaların, haloperidol [39] veya risperidonla [125] tedaviye farklı  yanıtlar verdiği bildirilmiştir. Şizofren popülasyondaki heterojenlik, bir  başka qEEG çalışmasında ortaya konmuştur [126,127]. Şimdi değindiğimiz küme  analizinde, beş alt tipin tümündeki frekans bandlarında, qEEG asimetrisi  saptandı [124]. Bunun yanısıra, ön bölgelerdeki serebral hemisferler  içerisinde, devamlı olarak artmış koherans bildirilmiştir [115,124,128–130]. 
         
        Duygudurumu bozuklukları  
         
        Çeşitli qEEG çalışmalarında, deprese  hastalarda artmış alfa veya teta gücü saptandı [26,71,131–137]. Serebral  hemisferler içerisinde, özellikle ön bölgelerde, azalmış koheransla  birlikte[26,115,143], defalarca asimetri bildirilmiştir [138–142]. Bipolar  hastalıkta, ünipolar depresyonun aksine, alfa aktivitesi azalır [135,144] ve  beta aktivitesi [26,145] artar. Bu farklılık, ünipoları önceden mani öyküsü olmayan, depresyon durumunda değerlendirilen  bipolar hastalardan ayırt etmeye yarayabilir [143,145]. 
         
        Mevcut qEEG çalışmaları, anksiyete,  panik ve obsesif kompulsif bozukluğu olan hastalarda yüksek anomali insidansı  olduğunu düşündürür [146–150]. Anksiyete bozukluğunda azalmış alfa aktivitesi  [151,152] saptanmıştır ve obsesif kompulsif bozuklukta artmış teta aktivitesi  bildirilmiştir [153,154].Obsesif kompulsif bozukluğu olan hastaların iki alt  tipi tanımlanmıştır. Bir alt grup, artmış alfa rölatif gücü göstermekte olup  serotonerjik antidepresanlara pozitif cevap verirken (82%), artmış teta rölatif  gücü gösteren ikinci alt grupta düzelme kaydedilmemiştir (80%) [155]. Yakın  zamandaki raporlarda, cordance adındaki bir qEEG ölçüsünün, farklı  antidepresanlara verilen klinik cevabın öngörülmesinde rol oynayabileceği  bildirilmiştir [156–158]. Tedavi öncesinde ve fluoksetin, venlafaksin veya  plasebo ile tedaviye başladıktan 48 saat ile 1 hafta sonra, bir qEEG çekildi.  Tedavi cevabı 8 hafta içerisinde değerlendirildi. Başlangıçta qEEG farklılığı  kaydedilmedi. Buna karşın, tedavi başladıktan 48 saat içerisinde plaseboya  cevap verenlerde artmış prefrontal cordance ve ilaca cevap verenlerde azalmış prefrontal  cordance görüldü. Cevap vermeyenlerin cordance değerlerinde hiç bir değişiklik görülmedi. Olumlu davranış  cevabını önceleyen cordance değerlerindeki değişiklilerle birlikte, bu sonuçlara  göre tedavi cevabına aracılık etmede prefrontal korteksin bir rolü olabilir. Halihazırda,  bu araştırma 51 kişilik bu grubun dışında tekrarlanmamıştır.  
         
        Hafif kafa travması veya sarsıntı (concussion)  sendromu 
         
        Bilinç kaybı olmaksızın hafif kafa  travması sonrası, kognitif, hafıza veya dikkat eksikliği şikayetleriyle hastalar,  işçi tazminatı ve maluliyet ödeneği yüzünden sıklıkla  psikiyatri departmanlarına başvururlar. Bu  tarz vakalarda beyindeki fonksiyonel bozuklukla ilgili objektif kanıt elde  etmek önem taşır. Şiddetli (Glasgow Koma Ölçeği 4–8) ve orta derecede (Glasgow  Koma Ölçeği 9–12) kafa travmasıyla ilgili pek çok qEEG çalışmasında, bu tarz  hastalarda artmış teta ve azalmış alfa gücü veya azalmış koherans ve artmış  asimetri olduğu saptanmıştır. Bu ölçümlerdeki değişiklikler, uzun süreli  sonlanımı en iyi öngören unsurlardır [159–162]. Hafif veya orta derecede kafa  travmasından sonra devam eden qEEG anomalileri, şiddetli kafa travması sonrası  saptananlarla benzer tiptedir; teta bandında artmış güç, azalmış alfa, düşük  koherans ve artmış asimetri söz konusudur. Bu arada, boksörlerde [163] ve kafa  toplarına çıkan profesyonel futbolcularda benzer EEG anomalileri bildirilmiştir [164]. Artmış fokal veya diffüz teta,  azalmış alfa, azalmış koherans ve artmış asimetrinin, postconcussion sendromun ortak EEG göstergeleri  olduğuna dair genel bir uzlaşı vardır. Normal kişileri hastalardan başarıyla  ayıran qEEG değişkenlerine dayalı, diskriminant fonksiyonlara dair çeşitli  bildirimler mevcuttur. Bunlar, hafif-orta derecede kafa travma öyküsü olan  hastaları, belirgin klinik iyileşmeden yıllar sonra normal kişilerden başarıyla  ayırmıştır [37,165]. Thatcher ve arkadaşları [166] qEEG bulgularının federal  mahkemelerce kabul edilen tüm kriterleri karşıladığını iddia etmişlerdir.  
      Erişkin dikkat  eksikliği hiperaktivite bozukluğunda kantitatif elektroensefalografi  
         
        Bir qEEG çalışmasında, normal  kontrollerde, DEB’li erişkinlerde ve DEHB kriterinin altında dikkat problemleri  olan erişkinlerdeki qEEG bulguları karşılaştırıldı [167]. Alınan sonuçlara  göre, her iki kontrol grubuyla karşılaştırıldığında DEHB olan erişkinlerde  artmış teta mutlak ve rölatif gücü olduğu görüldü. Bu bulgu, DEHB olan çocuk ve  ergenlerde daha sonra tanımlananlarla uyumludur. Normal kontroller ve DEHB olan  erişkinlerle karşılaştırıldığında, DEHB dışında dikkat problemleri olan  erişkinlerde, azalmış rölatif teta ve artmış rölatif beta gücü olduğu  görüldü.   
      Kantitatif  elektroensefalografi: kortikal disfonksiyon bulgularına duyarlılık 
         
        Biz, çeşitli bozukluklarda ortaya  çıkan kortikal disfonksiyon belirtilerinin dokümantasyonunda, qEEG’nin duyarlılığını  gösteren qEEG çalışması yayınladık. Bu çalışmalar, beyin fonksiyonunun  belgelendirilmesi ve bu anomalilerin tedavi etkililiğinin değerlendirilmesinde  qEEG kullanımını doğrulamaktadır.  
         
        Nöropsikiyatrik belirtiler eşliğinde  veya belirtisiz başvuran sistemik lupus eritematozuslu hastalarda, qEEG  kullanımının beyin disfonksiyonunun hassas bir göstergesi olduğu saptanmıştır [19].  Bu tarz 52 hastadan oluşan bir örneklemde, nörofizyolojik bir bozukluğun  belgelendirilmesinde qEEG’nin % 87’lik bir hassasiyete ve % 75’lik bir  özgüllüğe sahip olduğu saptandı. Ortaya çıkan nöropsikiyatrik problemin şiddeti  ve tipi sayesinde tanımlanan qEEG profilleri çeşitlilik gösterdi. Hafıza ve  kognitif problemlerle ilgili belirtileri olan hastalarda, demanstakine benzer  qEEG profilleri görüldü. Buna karşın klinik depresyon bulguları olan  hastalarda, duygudurumu bozuklukları olanlarınkine benzer qEEG bulguları  görüldü. Tedavi öncesi ve sonrası test edilen 6 hastada, qEEG değişiklikleri klinik  durumdaki değişiklikleri yansıttı. Ayrıca Lyme hastalığının beyin fonksiyonu  üzerindeki etkilerinin belgelendirilmesinde, qEEG’nin faydalı olduğu saptandı  [168]. Aktif Lyme hastalığı olan kişilerin % 75’inde anormal qEEG görüldü ve  başarılı tedavi sonrası normalize olduğu saptandı. Aynı zamanda qEEG  kullanımının, serebral iskeminin yol açtığı kortikal disfonksiyonun hassas bir  göstergesi olduğu ortaya kondu [169,170]. Kardiyopulmoner bypass ameliyatı  öncesi, 38 hastanın % 40’ında önceden mevcut kortikal disfonksiyon belirtileri  kaydedildi. Anomali derecesi, postoperatif nöropsikolojik test performansı  defisit oluşumunun habercisiydi.  Preoperatif ve 1 haftalık postoperatif  qEEG karşılaştırmasında, ameliyattan üç ay sonra nöropsikolojik fonksiyonla  pozitif bir korelasyon görüldü. Hafif kafa travmasında bildirilen qEEG bulgularının  yanısıra, bu sonuçlar, çocuk ve ergenlerin kognitif fonksiyonunda açıklanamayan  değişikliklerin olduğu durumlarda, qEEG’nin beyin fonksiyonu hakkında faydalı  bilgiler verdiği fikriyle uyumludur.   
      Çocuk ve  ergenlerdeki bozukluklarda kantitatif elektroensefalografik çalışmalar 
      Otizm 
         
        Otistik çocuklar ile eşleştirilmiş  normal kontroller arasındaki farklılıkları tanımlamak için, çeşitli  çalışmalarda farklı tip ve derecelerde EEG ölçümü kullanılmıştır [171]. Farklı  EEG kayıt durumlarının (normal uyanma, II. evre, uyku ve kognitif aktivasyon  sırasında)  kullanıldığı çalışmalarda,  normal kontrollerde hemisfer farklılıkları bulgusu ve otizmde hemisfer farklılıklarının  eksikliği bildirilmiştir [172–174]. Buna benzer en büyük çalışmada, otistik  çocuklarda, normal kontrollerde, mental yaşça eşleştirilmiş henüz yürümeye  başlayan çocuklarda ve yaş eşleştirilmiş zihinsel özürlü kişilerde qEEG  incelendi [175]. Normal veya zihinsel özürlü kontrollerle karşılaştırıldığında,  otistik çocuklarda, artmış frontal/temporal ve sol temporal total güç ve azalmış  güç asimetrisi görüldü. Otistik çocuklar ve mental yaşça eşleştirilmiş henüz  yürümeye başlayan çocuklarda, diğer iki gruba oranla daha büyük  içinde-ve-arasında (within and between) serebral hemisferik EEG koheransı  görüldü. Otistik çocukların EEG bulgularına göre, şiddetli matürasyon  gecikmesini düşündüren, azalmış serebral hemisferik ve topografik ayırım söz  konusuydu [176]. Başka psikiyatrik bozuklukları olan çocukları çok sayıda  otistik çocukla karşılaştıran hiç bir qEEG çalışması yayınlanmamıştır. Bireysel  otistik çocuklarda yavaşlayan EEG miktarına ve matürasyon gecikme derecesine  dair qEEG ölçümleri, eğitimsel müdahale stratejilerinin geliştirilmesinde fayda  sağlayabilir [177]. 
         
        Diyabet hastası çocuk ve ergenlerde  kantitatif elektroensefalografi kullanımı 
         
        Diyabet ve hipogliseminin beyin  fonksiyonu üzerindeki etkilerine dair üç qEEG çalışması yürütülmüştür. İlk  çalışmada, yaşça eşleştirilmiş kontroller ile insüline bağımlı 44 diyabetlide  qEEG incelenmiştir. Hemoglobin A1c konsantrasyonları ile azalmış alfa rölatif  gücü arasında anlamlı bir korelasyon saptanmıştır. Pozitif bir ketoasidotik  epizot öyküsü, artmış delta-teta ve azalmış alfa rölatif gücü ile  ilişkilendirildi [178]. Tip 1 diyabetli 28 çocukta ve yaş ve cinsiyetçe  eşleştirilmiş 28 kontrolde, qEEG incelenmiş ve şiddetli hipoglisemi epizotları  ile frontal/santral bölgelerdeki artmış teta ve oksipital bölgelerdeki artmış  delta arasında bir ilişki ortaya konmuştur. Ayrıca alfa gücünde lokalize  olmayan azalmalar saptanmıştır [179]. Yakın zamandaki bir çalışmada, diyabetli  19 çocuk ve diyabetsiz 17 çocukta, plazma glukoz konsantrasyonundaki kontrollü  bir azalmanın etkileri incelendi. Azalmış glukoz, her iki grupta, artmış delta  ve teta aktivitesiyle ilişkilendirilirken, diyabetli çocuklarda daha  belirgindi.[180]. Yazarlar, glukoz metabolizmasındaki düzelmenin, diyabetli  çocuklarda   qEEG anomali gelişimini  önlemede önemli bir faktör olduğu sonucuna vardılar. 
      Spesifik gelişimsel  bozukluklar 
         
        Dislekside gözler kapalı istirahat EEG’si  ile yapılan qEEG çalışmaları, azalmış ve yükselmiş alfa veya beta gücü ve  artmış teta gücü gibi, tutarsız bulgularla sonuçlanmıştır [181]. Bu  tutarsızlıklar, büyük olasılıkla küçük örneklem büyüklüğünü, disleksi tanımlama  yöntemlerindeki değişkenliği ve qEEG kayıt ve analiz tekniklerindeki  farklılıkları yansıtır. Örneğin, normal örneklem ile saf disleksisi olan erkek  çocukların iyice taranmış örneklemi arasında hiç bir farklılık kaydedilmemiştir  [14,182]. 
         
        Çeşitli  çalışmalarda, öğrenme bozuklukları (ÖB’ları) olan çocukların daha az selektif örneklemlerinde  qEEG anomalileri belgelendirilmiştir. Şiddetli heceleme bozuklukları olan  çocuklarda, paryetal ve oksipital bölgelerde azalmış alfa ve beta mutlak ve  rölatif gücü ve artmış temporal-paryetal/oksipital güç oranları görüldü. Her  ikisi de azalmış topografik kortikal diferansiasyon belirtisiydi [181]. Ayrıca  öğrenme bozukluklarındaki  qEEG anomalilerin  doğasının yaşla birlikte değişebileceğini öne süren veriler de yayınlanmıştır [183].  Her ne kadar 8-9 yaş çocuklarında azalmış alfa görülse de, topografik dağılım  farklıydı ve 10 yaşındaki çocuklarda fokal teta fazlalığı görüldü. Bu yaş  etkisi tekrarlanmadı. John ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada [25], normal  çocuklarla öğrenme bozukluğu olan çocuklar karşılaştırılırken yaş regresyon  qEEG denklemleri kullanıldığında, yaş etkilerinin ortadan kalktığı ileri  sürülmektedir. Öğrenme bozukluğu olan çocuklarda artmış teta ve azalmış alfa  bulgusu tekrarlanmıştır. Hiperaktivite dışında dikkat problemi olan, öğrenme  bozukluğu olan çocuklarda, artmış teta ve düşük alfa gücü görülmüştür [184].  Normal kontrollerle karşılaştırıldığında, hiperaktif ve öğrenme bozukluğu olan  çocuklarda azalmış alfa ve beta gücü olduğu dikkat çekmiştir [185]. Bu  çalışmalardan alınan farklı sonuçlar, büyük olasılıkla hasta seçim kriterlerinde  ve elektrot kaydının lokasyonundaki farklılıkları yansıtmaktadır. Öğrenme  bozuklukları olan çocuklardan oluşan büyük bir örneklemde ve kayıt bölgelerinin  geniş topografik dağılımı boyunca incelenen qEEG anomalileri, önceden  tanımlanan qEEG anomalilerinin çoğunun öğrenme bozukluklarındaki heterojenliğin  bir göstergesi olduğunu ortaya koymaktadır [25]. 
         
        John [186], ÖB’ları olan çocukları  incelemek için nörometrik qEEG yaklaşımı kullanmıştır. Jeneralize ÖB olan 155  çocuğun ve spesifik ÖB olan (SÖB) 155 çocuğun örneklemlerindeki qEEG’ler  nörometrik normal veri tabanıyla karşılaştırıldı. SÖB olan çocukların %  32.7’sinde ve ÖB olan çocukların % 38.1’inde anormal qEEG’ler saptandı. Buna  karşın, normal çocuklardan oluşan bağımsız bir örnekleminin sadece %5.5’inde  anormal qEEG’ler söz konusuydu. Çeşitli qEEG frekans anomali tipleri görülen  çocuk yüzdesi sunuldu ve artmış delta veya teta ve azalmış alfa rölatif gücü  içerdi. Bu iki grup çocuğu birbiriyle karşılaştıran, diskriminant bir  fonksiyonun ulaştığı duyarlılık ve özgüllük seviyeleri olasılık seviyelerinin  çok üstündeydi [25]. 
         
        Henüz tanımlanmış olanlara benzer qEEG  teknikleri kullanarak, Harmony ve arkadaşları  [177,187] belgelendirilmiş ÖB’ları olan  çocuklardaki nörofizyolojik anomalilerin doğasını açıkladılar. ÖB’ları olan  çocukların normal kontrollere oranla beyin matürasyon paternlerinin farklı  olduğu görüldü. Normal kontroller içinde, artan yaşla birlikte frontal  kayıtların koheransında bir azalma ve arka/verteks EEG koheransında bir artış söz  konusuydu. Bu durum frontal kortikal bölgelerde artmış diferansiasyona ve temel  duysal ve assosiasyon korteksi boyunca artmış iletişime işaret etti. Bu  değişiklikler ÖB olan çocuklarda görülmedi. Buna karşın, bu  çocuklarda yaşla birlikte arka / verteks  koheransında hiç bir değişim görülmezken, tüm yaşlar boyunca frontal koherans  seviyeleri yüksekti. EEG koheransındaki değişiklikler yoluyla indekslenen beyin  matürasyonu, öğrenme problemleri olan çocuklarda gelişimsel bir sapmaya işaret  etti [177]. Bu bulgu, farklı fakat birbirine yakınlaşan qEEG özellikleri  kullanılarak tekrarlandı. Heceleme problemleri olan çocuklarda, EEG’nin azalmış  spasyal diferansiasyonu bildirilmiştir [181]. Ayrıca, spesifik okuma  bozuklukları olan çocuklarda   paryetal/temporal ve oksipital EEG yapısı tek bir faktör yoluyla  açıklanabildi. Buna karşın normal kontrollerde üç faktör gerekliydi [188]. ÖB  olan 46 çocuk ile kontrol grubundaki 25 çocuğun qEEG VARETA görüntülerinde, ÖB  olan çocukların frontal loblarında artmış teta ve kontrollerin oksipital  loblarında daha fazla alfa aktivitesi görüldü [189]. Ayrıca kontrol popülasyonu  ile disleksisi olan çocuklar arasında koherans farklılıkları olduğu  bildirilmiştir. Serebral hemisferler arasındaki koherans kontrol grubundaki  çocuklarda daha fazlaydı. Bu durum, disleksisi olan çocuklarda serebral  hemisferler arasındaki bağlantı eksikliğinin daha fazla olduğuna işaret etti [190]. 
         
        Burada sunulan qEEG bulgularının ve  bizim kendi araştırmamızın gösterdiğine göre, ÖB’ları olan çocuklar heterojen  bir popülasyonu temsil etmektedir. Harmony ve arkadaşları [187] mevcut qEEG anomali  doğasının, okuma ve yazmadaki akademik performansla doğrudan ilişkili olduğunu  göstermişlerdir. Artmış delta gücü veya azalmış alfa gücü yetersiz eğitimsel  değerlendirmeyle, artmış teta veya azalmış alfa hafif anormal  değerlendirmelerle ve artmış alfa ve azalmış teta iyi değerlendirmelerle  ilişkilendirildi. Alfa defisiti ile birlikte teta fazlalığı, matürasyon  gecikmesine bağlandı. Buna karşın delta fazlalığı serebral disfonksiyona işaret  etti. qEEG,  öğrenme problemleri olan  çocuklarda altta yatan nörofizyolojik disfonksiyonu olanları saptamada  kullanılabilir. Bu bilgi, kaynak tahsisatını belirlemede ve iyileştirme  programlarının tasarlanmasında fayda sağlayabilir. Yakın zamanda çevresel ve  kültürel faktörlerin beyin gelişiminde oynadığı rol incelendi [191]. Ekonomik,  sosyal ve kültürel yönden olumsuz koşulların yol açtığı öğrenme problemlerini  geliştirme açısından yüksek ve düşük risk altındaki çocukların qEEG’leri  karşılaştırıldı. Bu çocuklar 18-30 aylıkken, 4 yaşındayken ve 5-6 yaşında test  edildi. Yüksek riskli çocukların frontal bölgelerinde artmış delta ve teta ve  yanısıra arka bölgelerinde azalmış alfa saptandı. Her ne kadar bu qEEG  farklılıkları yaşla birlikte azalsa da, frontal teta fazlalığı ve arka alfa  defisitleri devam etti. Bu çalışma sonuçlarına göre, sosyokültürel etkiler EEG  matürasyonuna katkıda bulunmaktadır. Benzer şekilde, Ito ve arkadaşları tarafından  [192] şiddetli istismar görmüş çocuklarda, gecikmiş beyin gelişimine işaret  eden, artmış interhemisferik koheransla karakterize EEG’ler olduğu bildirilmiştir.    
         
        Dikkat eksikliği bozukluklarında kantitatif  elektroensefalografi çalışmaları 
         
        qEEG hakkında en fazla bilgi, DEB ve  DEHB olan çocuk ve ergenlerden elde edilebilir. Bu konuda ayrıntılı bilgi  topladık ve bu bozukluklara dair nörofizyolojik bir model oluşturduk. Dikkat  eksikliği bozukluğu olan çocuklarda gerçekleştirilen önceki pek çok çalışmada,  DEB veya DEHB olan çocukların küçük örneklemleri söz konusuydu. Santral,  paryetal veya oksipital bölgeler içinde, 2-3 derivasyon EEG kayıtları  yapıldı. Bu eksikliklerine rağmen, bu  çalışmalardan alınan sonuçlar rölatif olarak tutarlıydı. Hiperaktif çocuklarda,  azalmış alfa aktivitesi ve artmış intrahemisfer koheransı[193], azalmış alfa ve  beta aktivitesi [185] ve azalmış alfa ve beta mutlak gücü [194] bildirilmiştir.  Bu çalışmalarda, santral ve paryetal/oksipital alfa ve beta defisitlerinin  hiperaktif çocukların gözler açık EEG’sini karakterize edebileceği öne  sürüldü.   
         
        Kayıt kanallarının sayısı  arttırıldığında veya daha büyük çocuk örneklemleri test edildiğinde, daha  tutarlı qEEG anomali paternleri ortaya çıkmaktadır. 21 Japon, 41 Çinli ve 29  Koreli çocuktan oluşan örneklemlerde, yaşça eşleştirilmiş normal kontrollerle  ve davranış bozukluğu olan çocuklarla karşılaştırıldığında, sol santral veya oksipital  bölgelerde azalmış alfa aktivitesi ile birlikte artmış delta ve hızlı teta ile  karakterize gözler kapalı istirahat EEG’leri dikkat çekti [24]. Ayrıca  DEHB/normal qEEG bulgularında bölgesel farklılıklar da bildirilmiştir [195]. Hiperaktivite  veya eşlik eden öğrenme problemi olmayan, DEB olan 25 erkek çocukta ve yaşça  eşleştirilmiş 25 normal kontrolde 16 kanaldan gözler açık istirahat EEG kayıtları  alındı. DEB olan bu erkek çocukların qEEG’si jeneralize teta fazlalığı ve beta  defisiti ile karakterizeydi. Teta fazlalığı en çok frontal/temporal bölgelerde  ve beta defisiti en çok  temporal ve arka  bölgelerdeydi. EEG kaydı okurken veya çizerken yapıldığında, bu farklılıklar  artış gösterdi. Benzer şekilde El-Sayed tarafından, dikkat problemi olan  çocuklarda, EEG sürekli performans gerektiren bir iş esnasında kaydedildiğinde,  dikkat yükünde artış oldukça, frontal bölgelerde yavaşlayan qEEG miktarının ve  beta defisit derecesinin arttığı bildirildi [233]. Yakın zamanda yayınlanan  çeşitli çalışmalarda, dikkat problemi olan Avustralyalı çocuk ve ergenlerin  çeşitli alt gruplarındaki qEEG incelendi. Bunların ve ilişkili bulguların bir  değerlendirmesi yayınlandı [196]. Başlangıç çalışmalarında, DEHB olan 8-12 yaş  aralığındaki çocuklarda ve büyük ölçüde dikkatsiz (inattentive) tipteki DEHB olan çocuklardaki gözler kapalı istirahat  qEEG incelendi. Her ne kadar her iki grupta da artmış teta ve azalmış alfa ve  beta görülse de, dikkatsiz alt grup sonuçları daha az şiddetliydi [197].  Sonrasında normal kontroller ile DEHB olan çocukların bu alt grupları arasındaki  qEEG koherans farklılıkları incelendi  Daha  kısa elektrot mesafelerinde, DEHB olan çocuklarda artmış intrahemisferik teta  koheransı ve azalmış lateral koherans farklılıkları söz konusuydu. Daha uzun  mesafelerde, DEHB olan çocuklarda azalmış alfa intrahemisferik koherans  görülürken, frontal bölgelerde artmış teta ve delta ile azalmış alfa  interhemisferik koherans görüldü. DEHB olan çocukların dikkatsiz alt grubunda, DEHB hiperaktivite alt grubundakilere  oranla daha az şiddetli anomali söz konusuydu [196]. Yazarlar, bu bulguların  DEHB’ndaki azalmış kortikal farklılaşma ve özelleşmeye işaret ettiği sonucuna  vardılar. Clarke ve arkadaşları [198] DEHB olan 184 erkek çocuğun ve 40  yaş-ve-cinsiyet-eşleştirilmiş kontrollerin bir örneklemde üç DEHB alt tipinin  varlığını belgelendirmek için qEEG’nin küme analizini kullandılar. 1. alt tipte  artmış total güç, artmış rölatif teta ve azalmış rölatif delta ve beta  dalgaları görülürken, 2. alt tipte artmış rölatif teta ve azalmış rölatif alfa  ve artmış santral/arka rölatif delta görüldü. 3. alt tipte artmış rölatif beta  ve azalmış rölatif alfa aktivitesi görüldü. Cinsiyet farklılıkları da  incelendi. DEHB olan 100 kızın ve 40 yaşça ve cinsiyetçe eşleştirilmiş  kontrollerin qEEG’lerini incelemek için küme analizleri kullanıldı [199]. İki  küme belirlendi. Kontrol popülasyonuyla karşılaştırıldığında, en büyük alt  tipte artmış total güç ve artmış rölatif teta ve azalmış rölatif delta ve beta  gücü görüldü. İkinci alt tipte, artmış yüksek amplitüdlü teta ve yanısıra  delta, alfa ve betada azalmalar görüldü. Normal kontrollerin nispeten küçük  sayıda oluşu bu sonuçları etkilemiş olabilir (DEHB araştırmamızla ilgili  sonraki tartışmalara bakınız)  
         
        DEHB’nda, qEEG’nin olası tanısal bir araç olarak  klinik kullanımı, diskriminant analiz teknikleri kullanılarak incelenmiştir. DEHB  olan 25 çocuğun % 80’ini ve 27 normal kontrolün % 74’ünü doğru bir şekilde  sınıflandıran, diskriminant bir fonksiyon geliştirildi [195]. Bu diskriminant  sonuçlar, Lubar ve arkadaşları [184,200] tarafından bildirilen, hiperaktivite  dışı okuma bozuklukları olan, DEB olan çocuklarla ilgili sonuçlarla benzerlik  gösterdi. Bu çocuk örnekleminin gözler açık istirahat EEG’si, özellikle  frontal/temporal bölgelerde artmış bir teta-beta güç oranı ile karakterizeydi. 34  normal kontrole karşı, DEB olan 69 çocuğun % 79.2 oranında doğru tanımlanması  söz konusuydu. Daha yakın zamanda, Monastra ve arkadaşları [201,202] gözler  açık qEEG kaydettiler. DEB olan 176 çocuk, ergen ve genç erişkini ve DEHB olan  221 çocuk, ergen ve genç erişkini, 85 normal kontrolden ayırt etmek için orta  hat santral bölgesinden itibaren  teta-beta güç oranı kullandılar. %86 - % 90 arasında duyarlılık oranları ve %94  ile % 98 arasında özgüllük oranları bildirdiler.  
         
        Dikkat eksikliği hiperaktivite  bozukluğu olan çocuklarda ilaç etkileriyle ilgili çalışmalar  
         
        Çeşitli çalışmalarda, tedavi öncesi  EEG ile metilfenidat veya d-amfetamin tedavisine verilen cevap arasındaki  ilişki incelenmiştir. Daha önceki bir çalışmada, minimal beyin disfonksiyonu  olan, 6-9 yaş aralığındaki erkek çocukların metilfenidat tedavisine cevap verme  olasılıklarının, anormal konvansiyonel EEG ve silik nörolojik bulgular mevcut  olduğu takdirde, olmamasına oranla [203] daha fazla olduğu bildirilmiştir. Bu  sonuçlar tekrarlanmamıştır. Halperin ve arkadaşları [204] tarafından, konvansiyonel  EEG’de anomali varlığının veya yokluğunun metilfenidata verilen cevabı  öngörmediği bildirilmiştir. DEHB’da uyarıcı ilaçlara cevap veren ve vermeyenler  arasında qEEG farklılıkları bildirilmiştir. d-veya 1-amfetamin tedavisine cevap  verenlerde, artmış baskın doruk beta frekansı ile karakterize ilaç öncesi qEEG’ler  ve cevap vermeyenlerle karşılaştırıldığında teta ve alfa gücünde anlamlı  olmayan artışlar görüldü. 250 milisaniyeden fazla, artmış görsel uyandırılmış  potansiyel N220 değerleri ve 13 Hz’nin üzerinde artmış ortalama beta frekansı,  cevap verenlerin % 100’ünü ve cevap vermeyenlerin % 70’ini doğru tanımlamıştır  [205].  Metilfenidat tedavisi öncesi  toplanan, gözler kapalı istirahat EEG’lerinden elde edilen yaş regresyonu  yapılmış qEEG özellikleri, diskriminant bir fonksiyon geliştirmek için  kullanıldı. Bu diskriminant fonksiyon ile DEHB olan erkek çocuklardan 16 cevap  vereni 12 cevap vermeyenden ayırt edildi. Cevap verenler sürenin % 81’inde  doğru tanımlanırken, cevap vermeyenler % 83’ünde doğru tanımlandı. qEEG’lere  cevap verenler anlamlı gelişimsel sapma ile karakterizeydi (herhangi bir yaşta  anormal qEEG bulguları), buna karşın cevap vermeyenler anlamlı matürasyon  gecikmesi ile karakterizeydi (daha küçük yaşta normal qEEG bulguları) [206]. Yaş  regresyonu yapılmamış qEEG özelliklerini kullanarak, % 73.3 oranında  metilfenidat tedavi cevabını doğru öngörmüş olan Steinhausen ve arkadaşları [207]  tarafından saptanan bulgular göz önüne alındığında, bu bulgular diskriminant  sonuçların kesinliğini arttırmaktadır. Metilfenidat tedavisine cevap veren,  DEHB olan çocuklarda(n = 10), cevap vermeyenlere oranla daha az frontal teta ve  alfa ve daha fazla frontal beta aktivitesi olduğu bildirilmiştir [208]. 
         
        Üç raporda ileri sürüldüğüne göre,  metilfenidat veya d-amfetamin, tedaviye cevap veren DEHB olan erkek çocukların  qEEG’sinin normalleşmesine yol açmaktadır [199,209,210]. Bununla birlikte,  ikinci bir çalışmada, Clarke ve arkadaşları [211] uyarıcı ilacın, DEHB olan  erkek çocukların beta fazlalığı ile karakterize qEEG’lerinin normalleşmesine  yol açmadığını saptadılar. Bu çalışmaların her birindeki örneklem büyüklüğünün  küçük oluşu (25), bu sonuçların olgunlaşmamış olduğunu gösterir. Suffin ve  Emory [43], dikkat veya afektif bozukluk tanısı konmuş, 100 hastadaki qEEG’yi  incelediler. Frontal alfa fazlalığı kaydedilen, afektif bozukluğu olan 10  hastanın 9’unun ve dikkat bozukluğu olan 15 hastanın 13’ünün antidepresanlara  cevap verdiğini; frontal teta fazlalığı kaydedilen, dikkat bozukluğu olan 7  hastanın 7’sinin uyarıcı ilaçlara cevap verdiğini; frontal alfa fazlalığı artı  frontal hiperkoherans kaydedilen, dikkat bozukluğu olan 5 hastanın 5’inin ve  afektif bozukluğu olan 20 hastanın 17’sinin bir antikonvülsiyon artı lityuma  cevap verdiğini ve frontal teta fazlalığı artı hiperkoherans kaydedilen, dikkat  bozukluğu olan 3 hastanın 2’sinin ve afektif bozukluğu olan 2 hastanın 2’sinin  bir antikonvülsana cevap verdiğini bildirdiler. Enteresan olsa da, bu sonuçlar  küçük örneklemlere dayandırılmış, tanı kriterleri sunulmamış ve alınan sonuçlar  henüz tekrarlanmamıştır. Bu sonuçlar, teta ve alfa fazlalığı alt tiplerinin  uyarıcı ilaca cevap verebileceğini ortaya koyan çalışmalarımızla uyumlu değildir  (daha sonra tanımlandı). 
      Öğrenme ve dikkat  bozukluklarında nörometrik kantitatif elektroensefalografi 
         
        Önceden belirtilen pek çok çalışma  sonucuna göre; öğrenme ve dikkat problemleri olan çocukların tanı ve  değerlendirilmesinde qEEG önemli bir rol oynayabilir. Bu kanıta rağmen, karma  klinik popülasyonlardaki qEEG ölçümlerinin duyarlılık ve özgüllüğüne dair bilgi  edinme maksadıyla, qEEG’nin klinik kullanımı sorgulanmıştır [212,213]. Bu  bölümün amacı, son 25 yıl boyunca Beyin Araştırma Laboratuvarlarında  geliştirilmiş olan, çocuk psikiyatrik qEEG veri tabanını kullanarak bu bilgiyi  sağlama yönündedir. Bu bölüm içerisinde, ÖB’ları olan çocuklardaki beyin  fonksiyonunu değerlendirmek için qEEG kullanmış olan John ve arkadaşlarının  [25]çalışmasını gözden geçirdik. Bunun yanısıra, DEB ve DEHB olan çocuklardaki  qEEG ile ilgili yakın zamandaki çalışmalarımızı gözden geçirdik [214–216] ve bu  iki çalışmada yer alan, ÖB ve DEB/DEHB olan çocuklarla normal  çocukların bir karşılaştırmasını sunduk  [42]. Ayrıca qEEG’nin, DEB ve DEHB ile ilgili farmakolojik  müdahale esnasında, ilaç seçimini optimize etmede fayda sağlayabileceğine dair  kanıtlar ortaya koyduk. Bu bilginin ve bahsedilen araştırmanın, öğrenme ve  dikkat bozukluklarının tanı ve tedavisinde qEEG rutin klinik kullanımının  doğrulanması için yeterli olduğunu ileri sürdük.  
         
        DEB ve DEHB olan tüm çocuklar Sidney,  Avustralya’daki Gelişimsel Pediatri ve Öğrenme Bozuklukları Kliniği’ne  (Developmental Pediatrics and Learning Disorders Clinic) sevk edildi. 407  çocuktan oluşan bir örneklem, Haziran 1991 ile Aralık 1992 tarihleri arasında  değerlendirildi. Tüm çocuklar bir pediatri nöroloğu tarafından muayene edildi  ve nöropsikolojik ve qEEG değerlendirmeleri yapıldı. Test sırasında çocukların  hiçbiri ilaç kullanmadı. Epilepsi, ilaç suistimali, kafa travması veya psikotik  bozukluk öyküsü olan çocuklar hariç tutuldu. Klinik sınıflandırmada Diagnostic  and Statistical Manual-III (DSM-III)  kriterleri kullanıldı [214]. Bu örneklem, % 78’inde normal IQ skorları olan, 6-17  yaş ( yaş ortalaması 10.8 yıl) aralığındaki çocukları içerdi. Bu örneklemin %  43.9’unda DEHB, % 40.5’inde DEB vardı. % 15.6’sının kriterleri DEB’nun  altındaydı. Bu sonraki grubun dikkat problemleri oranı yüksek olduğu halde, hiç  impülsivite veya hiperaktivite görülmedi ve dikkat alt grubu-ATT olarak  adlandırıldı. Tüm örneklemin % 58’inde bir okuma bozukluğu mevcuttu.  
         
        Bu çocukların 152’sine dair tedavi  cevabı verileri elde edildi. % 42.8’i deksamfetamin,  % 53.3’ü metilfenidat ve % 3.9’u tioridazin tedavisine  pozitif cevap verdi. İlaç seçimi çocuğun klinik tablosuna dayandırıldı.  Başlangıç değerlendirmesi esnasında ilaç öncesi zorlayıcı bir  eşleştirilmiş-ortak öğrenme ödevi verildi ve deksamfetamin veya metilfenidat  deneme dozu sonrası tekrarlandı. Başlangıçta metilfenidat ile test edilen 13  çocukta ve deksamfetamin ile test edilen 18 çocukta, diğer ilaçla ilgili yeni  test ve yerleştirmede bir yan etki gelişti (azalmış hafıza performansı).  Tioridazin tedavisine cevap veren 6 çocuğun hepsinde, deksamfetamin ve  metilfenidata karşı bir yan etki gelişti ya da eşleştirilmiş-ortak performansta  sıfır değişim söz konusuydu. Tedaviye başlandıktan 6 ay sonra tedavi cevabı  değerlendirildi. Bu değerlendirme, öğrenme veya davranışta ebeveyn ve öğretmen  değişim oranlarını ve yanısıra Connors ve Diagnostic and Statistical Manual-III değerlendirme ölçeklerindeki  ebeveyn/öğretmen oranlarını içerdi.  
         
        ÖB olan popülasyonlar, ÖB tek bir  akademik alanla sınırlı ve tam-ölçekli IQ skorları normal olan, SÖB olan 127  çocuğu (yaş ortalaması 11.4 yıl) ve ÖB iki veya daha fazla akademik alana  yayılmış ve tam ölçekli IQ skorları 65 ile 84 arasında olan, 115 çocuktan (yaş  ortalaması 11.8 yıl) oluştu [25]. Her ne kadar ÖB ve SÖB olan bu çocuklar, DEB  veya DEHB için spesifik olarak taranmamış olsa da, hiperaktivitesi olan  çocuklar hariç tutuldu ve tümü öğrenme problemleri dolayısıyla kendi okulları  tarafından seçilmişti. Bu çocuklarda bilinen nörolojik herhangi bir bozukluk  kaydedilmedi. Normal kontroller, 6-17 yaş aralığındaki 310 çocuktan oluştu. Bu  normal örneklemin toplanması ve geçerliliği hakkındaki ayrıntılar  yayınlanmıştır [10]. Bu normal veri tabanlarının geçerliliği ve güvenilirliği  hakkındaki ifadeler, makalenin başlangıç kısmında yer almaktadır.  
         
        Aşağıdaki bölüm, dikkat ve öğrenme  problemleri olan çocukların dahil edildiği, önceden yayınlanmış araştırmamızın  özetini teşkil etmektedir [42,214–216]. Normal veya düşük IQ gruplarındaki DEHB  ve DEB olan çocukların çoğunda, normal veri tabanıyla karşılaştırıldığında qEEG  anomalileri görüldü. Bu popülasyondaki 407 çocuğun % 80’den fazlasında, qEEG  frekans anomalisi oluştu. Teta ve alfa fazlalığı en yaygın anomali bulgusuydu.  Frontal ve santral bölgeler, tutulma ihtimali en yüksek olan bölgelerdi ve  anomali jeneralize olduğunda, magnitüdü genellikle bu bölgelerde en yüksekti. Yaklaşık  % 35’inde inter-ve intrahemisferik anomali mevcuttu ve şunları içeriyordu: (1)  sol ve sağ frontal kayıtlar arasında ve her hemisferin içindeki frontal ve  temporal kayıtlar arasında teta veya alfa aktivitesinin artmış koheransı, (2) sol  ve sağ arka temporal ve paryetal bölgeler arasında azalmış koherans, (3) her  hemisferin içinde, artmış frontal gücü yansıtan, frontal/arka güç asimetrisi ve  (4) sağ hemisferde görülme olasılığı büyük olan güç fazlalığı eşliğinde, arka  temporal ve paryetal bölgelerde sol/sağ hemisfer güç asimetrisi. Normal veya  azalmış alfa ortalama frekansının eşlik ettiği, teta veya alfa fazlalığı  içeren, qEEG anomalisinin iki ana alt tipi tanımlandı. Bu çocukların yaklaşık %  10’unda beta fazlalığı vardı. 
         Çift taraflı  karşılaştırmaların duyarlılık ve özgüllüğünü incelemek için, kademeli bir  şekilde multivaryat diskriminant prosedürler kullanıldı. Normal kontroller,  DEHB/DEB olan çocuklardan % 93.7 oranındaki duyarlılık ve % 88.0 oranındaki  özgüllük ile ayırt edildi. Düşük IQ’lu, DEHB veya DEB olan çocuklar ile normal  çocuklar arasında ve DEHB ve DEB olan çocuklar arasında qEEG farklılıkları mevcuttu.  Bununla birlikte normal popülasyon ile DEB veya DEHB olan popülasyon arasındaki  farklılıklarla karşılaştırıldığında minimal düzeydeydi. İkincil bir ÖB’nun  varlığı veya yokluğu, gözlenen qEEG farklılıklarının hiç birine katkıda  bulunmadı. DEHB veya DEB olan popülasyon, dikkat problemine ikincil olmayan  ÖB’ları olan çocuk popülasyonuyla karşılaştırıldığında, qEEG farklılıkları  olduğu görüldü. DEHB veya DEB olan çocuklar, ÖB’ları olan çocuklardan  % 97 oranındaki duyarlılık ve % 84.2  oranındaki özgüllük ile ayırt edilebilir.  
         
        Aynı zamanda qEEG’nin uyarıcı ilaç  tedavisine verilen cevap üzerinde de faydalı olduğu ispatlanmıştır. Dekstroamfetamin  veya metilfenidat tedavisine kısa süreli ( bir doza verilen başlangıç cevabı)  pozitif cevap veren kişiler ile fayda görmeyenler arasında qEEG farklılıkları  saptanmıştır. Her ne kadar bu diskriminant fonksiyonun hassasiyet ve özgüllük  seviyeleri ılımlı olsa da (sırasıyla % 68.7 ve % 67.5), başlangıçta  dekstroamfetamin veya metilfenidat tedavisine negatif cevap veren çocukların  sınıflandırılmasında fonksiyon tamdı (%84.8). Dekstroamfetamin veya  metilfenidata verilen, uzun süreli tedavi cevabını öngörmede, tedavi öncesi  qEEG ve davranış ölçülerinde % 83.1 oranında bir duyarlılık ve % 88.2 oranında  bir özgüllük görüldü. DEHB olan popülasyon içinde, alfa fazlalığı olan  çocukların % 93.7’sinin (16), beta fazlalığı olan çocukların % 83.3’ünün (6) ve  teta fazlalığı olan çocukların % 75’inin (40), uyarıcı ilaçlara uzun süreli  pozitif cevap verdikleri görüldü. DEHB ile alfa veya beta fazlalığı olan  çocukların, her iki uyarıcı ilaca da negatif cevap vermediği görüldü. Buna  karşın, teta fazlalığı olan çocukların % 17.5’inin dekstroamfetamin tedavisine  negatif cevap verdiği görüldü. DEHB olan çocuk popülasyonu içinde, beta  fazlalığı olan çocukların % 66.7’sinin (6), alfa fazlalığı olan çocukların  %54.5’inin (11) ve teta fazlalığı olan çocukların % 33.3’ünün (27) uyarıcı ilaç  tedavisine pozitif cevap verdiği görüldü. Beta fazlalığı ile DEB olan  çocukların, her iki uyarıcı ilaca da negatif cevap vermediği görüldü. Alfa  fazlalığı olan, metilfenidat tedavisi gören 8 çocuktan birinde, uzun süreli  negatif cevap görüldü. Buna karşın, teta fazlalığı olan çocuklarda dekstroamfetamin  veya metilfenidat tedavisine negatif cevap verme ihtimali % 30’a ulaştı.   
         
        Dikkat eksikliği hiperaktivite  bozukluğu ve dikkat eksikliği bozukluğu: matürasyon gecikmesi veya gelişimsel sapma  mı?  
         Matürasyon  gecikmesi (daha küçük yaşta normal qEEG) ve gelişimsel sapmanın (herhangi bir  yaşta anormal qEEG) nörometrik qEEG özelliklerine göre, büyük ölçüde frontal ve  santral bölgelerle lokalize örneklemimizin % 35’inde gelişimsel sapma mevcuttu.  % 7’sinde büyük ölçüde arka bölgelerde matürasyon gecikmesiyle ilgili  belirtiler söz konusuydu. Altta yatan nörofizyolojik bir mekanizma olarak, DEHB  ve DEB’da rol oynayan matürasyon gecikmesiyle ilgili ileri kanıt elde etmek  için, DEHB veya DEB olan popülasyonumuzun qEEG’leri bir yaş fonksiyonu olarak  değerlendirildi. Dört yaş aralığı boyunca (5–7, 8–10, 11–13 ve 14–17 yaş)  rölatif gücü, mutlak gücü, ortalama frekansı, güç asimetrisini ve koherans  değerlerini karşılaştırmak için, mültipl ANOVA’lar kullanıldı. qEEG anomali  derecesi stabildi. Bu yaş aralığı boyunca oluşan, anomali derecesindeki  sistematik azalmalar, anlamlı değildi. qEEG değerlerinin yaş regresyonu  yapıldığında, normal DEHB ve DEB farklılıklarının paterni, erken okul  yıllarından ergenlik çağının sonlarına kadar sabit kalır. DEHB olan çocuklarda  görülen, yükselmiş frontal teta aktivitesi, DEHB olan erişkinlerde de  bildirilmiştir. Bununla birlikte beta defisitin yaşla birlikte azaldığı  saptanmıştır[167,217].   
       Dikkat eksikliği  hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği bozukluğu ve öğrenme güçlüğünde  nörofizyolojik alt tipler  
         
        DEHB veya DEB olan 344 çocuk ile ÖB  veya SÖB olan 245 çocuktan oluşan örneklemler içinde temel nörofizyolojik alt  tipleri tanımlamak için küme analizi prosedürleri kullanıldı. Küme analizinin  altında yatan istatistiksel varsayımlarla uyum sağlayacak şekilde, qEEG  özelliklerini önceden seçtik ve analize dahil edilen sayıyı sistematik bir  biçimde sınırlandırdık. Seçilmiş qEEG değişkenleri,  DEHB ve DEB olan çocukları normallerle, ÖB ve  SÖB olanları normallerle ve DEHB veya DEB olan çocukları ÖB veya SÖB olan  çocuklarla karşılaştırılırken en yüksek ANOVA değerlerinin elde edildiği  değişkenlerdi.Biz tüm çocuk popülasyonu boyunca en büyük varyansı gösteren  değişkenleri seçtik. Bu kriterleri karşılayan, 35 qEEG değişkeni kullanılarak küme  analizleri gerçekleştirildi. Küme çözümlerini incelerken tekrarlanan bir  yaklaşım benimsedik. Üç kümeyle başlayıp, bir sonraki yeni küme çözümü  başarısız olana kadar devam ettik. Giderek popülasyonu 10’dan fazla kişiden  oluşan kümelere böldük. Beş-küme çözümü, en açık biçimde tanımlanmış küme  yapısını oluşturdu. Küme analizleri, veri tabanımızın ve tüm veri tabanının split-half replikasyonları üzerinde  gerçekleştirildi. Split-half sonuçlar,  beş kümede optimaldi ve birbirini tekrarladı.   
         
        Birinci küme, jeneralize alfa  fazlalığı ve delta mutlak ve rölatif güç defisiti, artmış frontal teta  koheransı ve alfa koheransı ve paryetal ve arka temporal güç asimetrisi ile  karakterizeydi. İkinci küme, jeneralize teta mutlak ve rölatif güç fazlalığı,  azalmış alfa ortalama frekansı ve artmış frontal teta koheransı ile  karakterizeydi. Üçüncü küme, jeneralize teta, alfa ve beta mutlak güç defisiti,  jeneralize delta fazlalığı ve alfa rölatif güç defisiti ve azalmış frontal alfa  koheransı ile karakterizeydi. Dördüncü küme, frontal/santral delta ve teta  fazlalığı, jeneralize alfa mutlak güç defisiti, jeneralize delta ve teta  fazlalığı ve alfa rölatif güç defisiti, azalmış teta ve alfa ortalama frekansı,  azalmış frontal ve santral alfa koheransı ve frontal, santral ve temporal güç  asimetrisi ile karakterizeydi. Beşinci küme, temelde normal qEEG bulguları ile  karakterizeydi. Bu beş-küme çözümünde, DEHB veya DEB olan çocukların % 98’inden  fazlası bir ve ikinci kümelere yerleştirildi. ÖB’ları olan çocuklar beş küme  içerisine eşit olarak dağıtıldı. DEB veya DEHB olan, birinci kümedeki 49 çocuk  ve DEB veya DEHB olan, ikinci kümedeki 59 çocuk hakkında uzun süreli uyarıcı  ilaç tedavisi cevap verileri mevcuttu. Birinci kümedekiler uyarıcı  ilaçlara  % 75.5 oranında pozitif cevap  verirken, negatif cevap verenlerin oranı % 6.1’idi. Bununla birlikte %18.4’ünde  ölçülebilir hiç bir değişim gözlenmedi. İkinci kümede, uyarıcı ilaçlara pozitif  cevap verenlerin oranı % 50.8, negatif cevap verenlerin oranı %15.2’idi.  Bununla birlikte % 33.9’unda hiç bir değişim görülmedi.   
         
        DEHB veya DEB olan beş hastada,  birinci ve ikinci kümelerin kitle merkezine en yakın VARETA görüntüleri  hesaplandı. Günümüzde, teknik problemler, ÖB veya SÖB olan çocuklarda VARETA  sonuçlarını incelememize engel olmaktadır. 11 Hz’deki (alfa fazlalığı) birinci  kümeyle ilişkilendirilen VARETA görüntülerinde, öncelikle maksimal kortikal  anomaliler görüldü ve bunlar görünüşte sağ paryetal kortikal bölgelerden  kaynaklanmaktaydı. İkinci küme VARETA görüntülerinde (5.4 Hz’deki teta  fazlalığı) öncelikle temporal kortikal ve hipokampal anomaliler görüldü. Birinci  küme 5.4-Hz bandındaki ve ikinci küme 11-Hz bandındaki VARETA görüntüleri normal  sınırlar içindeydi. 
         Dikkat eksikliği  hiperaktivite bozukluğu/ dikkat eksikliği bozukluğuyla ilgili önerilen  nörofizyolojik model  
         
        Önceden tanımlanmış küme analiz sonuçlarına  göre, DEHB ve DEB’nda görülen qEEG frekans anomalileri, teta veya alfa mutlak  veya rölatif güç fazlalığını içerir [218–220]. İki farklı fakat birbiriyle  bağlantılı nöral sistemin, teta ve alfa frekans bandlarının içindeki EEG  üretiminde rol oynadığına dair kanıt mevcuttur [3,5]. Görünüşe göre teta,  septal-hipokampal yol içerisinde üretilirken, alfa frekansı talamokortikal ve  kortikal-kortikal devreyi içermektedir. Septal nucleus ve nucleus accumbens,  teta-üreten septal-hipokampal yol içerisinde, D2 reseptörleri yoluyla, ventral  tegmental bölgeden dopaminerjik inervasyon aracılığıyla inhibitör modülasyona  maruz kalır [221,222]. Septal nucleus’u düzenlemede etkili olan bu hipokampal  yollarla birlikte, hipokampal ve singulat korteksi kolinerjik eferentler modüle  eder. Septal-hipokampal yolun aşırı aktivasyonu ile veya ikincil olarak negatif  dopaminerjik düzenlemeden disinhibisyon aracılığıyla teta fazlalığı oluşabilir [223]. 
         Talamokortikal alfa-üreten yoldaki  birçok farklı değişiklik, alfa fazlalığıyla sonuçlanabilir. Talamik yol, asetilkolin  aracılığıyla ortabeyin retiküler oluşum sebebiyle pozitif modülasyona ve  gama-aminobütirik-asit yoluyla talamustaki nucleus reticularis aracılığıyla  negatif düzenlemeye ve beraberinde dopaminerjik striatal/nigral sistem yoluyla  ileri modülasyona maruz kalır. Bu sistem düzenlemesindeki değişiklikler,  muhtemelen dopaminerjik nigral sistem vasıtasıyla azalmış modülasyonun yol  açtığı aşırı talamus aktivasyonu veya prefrontal korteksin yetersiz aktivasyonu  ve sonucunda oluşan nucleus reticularis kaynaklı disinhibisyon aracılığıyla alfa  fazlalığına yol açabilir. Teta veya alfa fazlalığı, düşük dopamin  seviyelerinden kaynaklanabilir. Bizim qEEG bulgularımız, Levy [224] tarafından ifade  edilen dopaminerjik DEHB teorisiyle uyumludur. Bu teoriye göre, DEHB,  prefrontal ve striatal aktivite merkezleri arasındaki polisinaptik dopaminerjik  devrelerin bir bozukluğudur. Bu bulgular aynı zamanda Niedermeyer ve Naidu  [225] tarafından ileri sürülen nörofizyolojik DEHB modeliyle de uyumludur. Bu  modelde de prefrontal, frontal ve striatal ve talamik bağlantılar  vurgulanmıştır.  Önceden bahsedilen model  aynı zamanda, MRG ve pozitron emisyon tomografik görüntüleme çalışmalarıyla ve  dikkat ve öğrenme problemleri olan çocuklardaki kortikal ve subkortikal işlev  bozukluklarıyla ilgili davranışsal, farmakolojik ve nöroanatomik çalışmalar  yoluyla da desteklenmiştir [226–232]. Bizim görüşümüze göre, DEB belirgin bir  sebebi ve dar bir fenotipi olan tek bir hastalık oluşumu olarak tanımlanamaz.  Daha ziyade DEB, dikkat ve öğrenme problemli çocuk popülasyonu içerisindeki,  farklı nörofizyolojik alt tiplerle temsil |